Günahkâr sözler

“`html

Gotinên Gunehkar: İkiliğin Tanığı

“Onu inkâr ettiğim hâlde o, beni biliyor; ben de onu biliyorum.” Bu derin sözler, ünlü düşünür Muhyiddin İbnü’l-Arabi’den alınmıştır ve Hesenê Metê’nin Gotinên Gunehkar (Günahkâr Sözler) adlı romanına ilham vermiştir. İlahiyat fakültesi öğrencisi Behramê Kewaşi’nin misafirlik deneyimi, teolojik ve metafizik bir serüven haline gelirken, Tanrı-insan ve iyilik-kötülük gibi önemli kavramların çatıştığı bir kelam atmosferine dönüşmektedir. Gotinên Gunehkar, Tanrı ile mücadele eden bir yazara ait derin düşüncelerin kapılarını aralar.

Behramê Kewaşi, “Tanrımı bir Mesih gibi sevdim, ona ibadetimi bir müslüman gibi sundum” (s.9.) sözleriyle, sevgi ve itaati iki farklı dinin temelinde nasıl ele aldığını açıkça belirtir. Sevgi ile kurulmuş bir inanç ile korkuya dayalı bir itaat arasındaki ayrım, yazarın dikkat çektiği önemli bir noktadır. “Tanrı, bir çocuk gibi incinip üzerimden gidebilir” (s. 9.) diyerek günahkâr sözlerin nasıl çatıştığını ortaya koyar. Hesenê Metê, anlatım boyunca dini ritüelleri mizahi bir dille eleştirirken, “İbadetler, tavuk yumurtası gibidir; bitince hemen kalkmamak gerekir.” (s.10) ifadesiyle okuyucunun dikkatini çeker.

Gotinên Gunehkar
Gotinên Gunehkar, Hesene Mete, 152 s., Avesta Yayınları, 2023

Fakülte eğitimi için bir ev arayan Behramê Kewaşi, Hristiyan Lulu Han ve eşi Geştina Hanım’ın daveti üzerine onların köydeki evini ziyaret eder. Evin bahçesinde dolaşırken, Nagina adındaki genç kızı havuzda çıplak bir şekilde yüzerken görür. Bu durum, Behram’ı haz ile günah arasında bir ikilem içine sokar ve sonunda hem kendini hem de Tanrı’yı suçlamaya iter. Tanrı’nın bu duruma engel olabileceğini düşünürken, ilahiyat öğrenimi ile günah arasında bir çatışma yaşar. “Beni yaratan Yüce Tanrı, neden beni günahın pençesinden kurtaramaz?” sorusu, zihninde balyoz gibi çarpar. Bu dünya bir imtihan yeri ise, bazıları neden yalnızca imtihana tabi tutulurken diğerleri bu sınavı yaşamak zorunda kalıyor?

Behram’ın karşısına, gerçek ve rüya arasındaki bir atmosferde Geştina Hanım’ın babası Mekrus Efendi çıkar. İki karakter arasında derin bir teolojik diyalog başlar. Mekrus Efendi, sohbet sırasında peygamberleri konu edinerek “Konuşmayı sonlandıralım, çünkü peygamberlerin kendilerine bile faydası yok” (s.72.) der. Kalabalıkların her zaman gerçeği çarpıttığını vurgulayan bu söz, okuyucuya önemli bir mesaj taşır.

Behramê Kewaşi, Mekrus Efendi’ye bir itirafta bulunarak “İnan bana Mekrus Efendi, bizde Hristiyanlara gâvur denir fakat bu tamamen cehaletten kaynaklıdır” diyerek anlayış eksikliklerine dikkat çeker. Hesenê Metê, eğitimin yetersizliğinin sosyal dinamikler üzerindeki olumsuz etkisini gözler önüne serer.

Mekrus Efendi, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki düşmanlığın kökenini tehcir olaylarına bağlayarak, bu dönemde yaşanan cinsel sömürüleri aktarır. (s.90.) Tanrı’nın, bu meseleler karşısında sessiz kalmasının da bir suç ortaklığı anlamına geldiğini savunur. Bu sessizliğin üzerine Mekrus Efendi, “Mesih’ten de Tanrı’dan da uzaklaştım çünkü onların insanlığa hayırları yok” (s. 93.) derken, Tanrı’nın zulme neden tanıklık ettiğini sorgular. Hesenê Metê, ‘zulüm, zalim doğmadan mı bestelendi?’ sorusunu yöneltir.

Mekrus Efendi, artık dinler arasında bir ayrım kalmadığını belirterek Tanrı ve peygamber yerine putlara tapınmaya başladığını ifade eder. Behram, Mekrus Efendi’nin söylediklerinden sonra, bir zamanlar gururla söylediği “ilahi ilimler fakültesinde okuyorum” cümlesinden utanç duyar hale gelir, peygamberlere ve Tanrı’ya olan inancını kaybeder.

Hesenê Metê, romanın sonunda Tanrı ile Şeytan arasındaki bir diyaloga yer verir. Şeytan, Tanrı’nın kendisine “Ehrimen” dediğini hatırlatarak, “Tohumdan yaratılan bir Adem’den hayır gelmez” (s. 117.) der. Tanrı ise, “Sana ne oluyor? İster topraktan ister başka bir şeyden insan yaratırım; neden büyüklüğümü küçümsüyorsun?” diye yanıtlar. Şeytan, “Tanrı’nın bu hâline acıdım” diyerek karşılık verir. Bu diyalogun ardından, Tanrı’nın “İnsanoğlundan kim büyüklük taslarsa gözünü oyacağım” sözü de dikkat çekicidir. Bu, Gotinên Gunehkar romanının en anlamlı cümlesidir. Hesenê Metê, tufan olayını da Tanrı’nın tüm yarattıklarına pişman olması ve onları yok etme isteği ile ilişkilendirerek her şeyin kaynağında Tanrı’nın olduğunu iddia eder. Semavi dinlere göre Tanrı, insanları yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onlara sınav için Şeytan’ı yönlendirmiştir. İnsanın günaha düşmesi, Şeytan’ın işlevinin ne olduğu sorusunu gündeme getirir. Sonuç olarak, ne Şeytan ne de insan Tanrı’ya tam anlamıyla bağımlı kalabilmiştir.

Bir sanatçı, eserine neden zarar versin ki? Tanrı, yarattığına bir kader çiziyor ve daha sonra yaratılan, bu kader içinde kendisine verilen rolü oynaması durumunda ya ödüllendiriliyor ya cezalandırılıyor. Bu durumda, kalemin cızırtıları altında inleyen kâğıdın ne suçu var? O yazılanları rehberle iletmenin amacı nedir? Dünya sahnesinde bu yazıları icra etmenin anlamı nedir? Yoksa Arapların dediği gibi “mana şairin karnında mı?”dır?

Kaynak:

Hesenê Metê, Gotinên Gunehkar, Avesta, Çapa Yekem, Stenbol, 2023.

“`

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir